"Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

"Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

LISTEN
Published on 25.11.2016 15:30

Tolga Sütlü: "Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

 

Röportaj: Merve Şahin /Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğrencisi

Fotoğraflar: Neslihan Kandolu /Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Öğrencisi

 

Kanser ve bağışıklık sistemi arasında önemli bir ilişki var. Tolga Sütlü de Sabancı Üniversitesi’nde, bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerini kullanarak tümörü yok etmeyi hedefleyen projeler üzerine çalışıyor. Sütlü ile Türkiye ve dünyada kanser üzerine yapılan araştırmaları ve projelerini konuştuk.

 

Tolga Sütlü, Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu... Sabancı Üniversitesi’nin ilk öğrencilerinden, üniversite kurulduğu yıllarda Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik lisansına başlamış.

Mezun olduktan sonra Acıbadem Hastanesi'nde iş hayatına atılmış ama kısa sürede akademik hayata dönmeye karar vermiş. İsveç’te yaptığı master ve doktoradan sonra araştırmacı olarak 2013 yılına kadar orada kalmayı tercih etmiş... Dokuz yılın ardından Türkiye’ye geri dönüşü için “Artık yuvaya dönmek mi yoksa kürkçü dükkanına mı dönmek dersiniz siz karar verin” diyor ve gülüyor... Biz de Tolga hocaya Sütlü Lab’ı ve kanserle ilgili son araştırmaları sorduk...

Yurtdışında bilimsel çalışmalara sağlanan imkanları bırakıp Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

Aslında çok kişisel bir karar. İnsanın yaşı ilerledikçe öncelikleri yer değiştiriyor, özlediğim için dönmek istedim. İlk yurtdışına çıktığımda da ‘Bir noktada dönerim’ diye düşünüyordum zaten. Dokuz yıl sonunda öyle bir noktaya gelmiştim ki, orada önümde olan bir sonraki adımları atsam buraya dönmem 10 yıl daha sürebilirdi ya da hiç dönemeyebilirdim. O yüzden şimdi bir fırsat penceresi varken dönüp burayı denemek istedim. ‘Olmazsa da olmaz, tekrar kaçarım’ diye düşünerek geldim işin doğrusu. Ama neredeyse üç yıl oldu, artık tam anlamıyla yerleşmiş hissediyorum kendimi.

Merve Şahin ve Tolga Sütlü

Sabancı Üniversitesi’nde SütlüLab adını verdiğiniz bir laboratuvarınız var. Kendi adınıza bir laboratuvar oluşturup buraya nadir bulunan hücreleri getirmek zor olmadı mı?

Şu anda Sütlülab’da 6 doktora öğrencisi ve 2 yüksek lisans öğrencisi benim danışmanlığımda tez çalışmalarına yönelik araştırmalarını sürdürüyorlar. Sütlülab ayrı laboratuvar ya da ayrı bir şirket gibi değil, sadece ben de dahil 9 kişi olan bu araştırma grubumuza kendi verdiğimiz bir isim. Bu şekilde bir isimlendirme, akademik araştırma gruplarında sıklıkla kullanılan bir gelenektir. Genelde her araştırma grubu hocasının soyadıyla anılır. Dediğim gibi burada bütün hocaların böyle grupları vardır. Biz genç bir araştırma laboratuvarı olarak interneti ve sosyal medyayı yoğunlukla kullanıyor ve #sutlulab diye fotoğraflar paylaşıyoruz. Bu nedenle dışarıdan bakınca kurumsal bir yapı gibi durmuş olabilir ama biz esasen sadece bir yandan bilim yaparken bir yandan da eğlenmeye çalışıyoruz. Sütlülab ve araştırmalarımız konusunda daha fazla bilgiye web sitemizden (sutlulab.com) erişebilirsiniz.

“Bağışıklık sistemi hücreleri, yok etmeye planlanmış”

Sütlülab grubu Sabancı Üniversitesi’nde kanser üzerine hangi çalışmaları yürütüyor?

 Doktora sırasında, doktora sonrası araştırmalarımda, hep kanser üzerine çalışmalar yaptım. Orada da esas olarak en çok ilgilendiğim şey, kanser ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiydi. Burada yaptığımız çalışmalar da bu eksende devam ediyor. Bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerinin üzerinde çalışıyoruz ve bunları kullanarak tümörleri öldürmeye çalışıyoruz. Bir nevi mikroskobik cerrahi diyebilirsiniz. Ama tümörü yok edebilmek için neşter yerine bu hücreleri kullanmaya çalışıyoruz. Teknik açıdan çok daha zor ama önü çok daha açık bir yaklaşım çünkü bağışıklık sistemi hücreleri vücudun içinde yabancı bir şey bulup onu yok etmek üzere programlanmış hücreler. Başarılı olduğu takdirde neşterle erişilemeyecek, gözle görülemeyecek boyuttaki tümörleri bile çok erken safhada yakalayıp yok etme potansiyeline sahip.

Zaten bağışıklık sistemimiz kansere karşı normalde savaştığını düşündüğümüz bir sistem. Bunun en önemli örneklerinden birisi bağışıklık sisteminin tamamen ortadan kalktığı genetik hastalıkları taşıyan kişilerde kanser görülme riskinin artması. Bu tip ekstrem gözlemler bize bağışıklık sistemiyle kanser arasında bir ilişki olduğunu kesin olarak gösteriyor. Bu noktada biz ‘Bu hücrelere ne yaparsak tümörleri daha etkili bir şekilde öldürebilirler?’ ‘Hücreyi damardan hastanın vücuduna verdiğimiz zaman vücudun herhangi bir yerindeki bir tümörü nasıl bulup yok edebilir?’ ‘Bu hücreleri özel olarak o tümörün yapısında bulunan belli moleküllere hedefleyebilir miyiz?’ gibi soruların yanıtlarını arıyoruz... Bunun için hücreleri genetik olarak programlayarak ve bu programlamayı yaparken de virüsler kullanarak yeni bir tedavi şekli geliştirmeye çalışıyoruz. Bunun genel ismine ‘Kanser İmmünoterapisi’ ya da ‘Hücre Tedavisi’ diyebiliriz.

Gen tedavisi, hücre tedavisi ve kanser immünoterapisi... Bu üç alanda işler yapıyoruz. Gen tedavisi kısmında ‘Hücreleri nasıl genetik olarak daha iyi modifiye edebiliriz?’ sorusunun peşindeyiz. Hücredeki bir fonksiyonel bozukluğu giderebilmek veya o hücreye daha önce yapmadığı bir işlevi kazandırabilmek için dışarından hücrenin çekirdeğine bazı genler sokmaya çalışıyoruz. Bu gen aktarımını yapmak için de virüsleri kullanıyoruz. Virüslerin yaşam döngüleri kendi genlerini dışarıdan hücrelerin içine sokmak üzere evrimleşmiş durumdadır. Biz de bu mekanizmaları kullanarak virüs genleri yerine insan genlerini hücreye sokmaya çalışıyoruz.

 

“Hücrelerin genlerini değiştiriyoruz”

 

Biraz daha detaylandırabilir misiniz?

Şu anda geçerli olan teori, aslında bizim düzenli olarak mikroskobik düzeyde tümörlerimizin olduğu, bu tümörler gelişmeye başladığı zaman bunların bağışıklık sistemi tarafından temizlendiği. Ancak bazen kaçabilenler oluyor bu temizlikten, o zaman tümör belli bir boyuta ulaşıyor ve onu kanser olarak teşhis ediyoruz.

Kanser hastalarıyla sağlıklı insanları kıyasladığınızda bu hücrelerin kanser hastalarında aktivitelerin daha düşük olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü tümör bağışıklık sisteminden kaçıp belli bir boyuta ulaştığında bu sefer işler tam tersine dönüyor, yani tümör bağışıklık sistemini baskılamaya başlıyor. Bizim İsveç’te başladığımız, burada devam ettiğimiz çalışmalarda işte bu hastaların Natural Killer Cell (NK hücresi) denilen bağışıklık sistemi hücrelerini alıp laboratuvar ortamında çeşitli modifikasyonlardan geçiriyoruz. Bunlar kimi zaman genetik modifikasyonlar olabiliyor. Yani o hücrelerin genlerini değiştirerek ya da oraya dışarıdan bir gen sokarak hücrenin bu aktivite düşüklüğünü geri çevirmeye çalışıyoruz. Ya da hücrelere farklı ilaçlar, proteinler, farklı besinler ya da farklı aktivasyon sinyalleri vererek laboratuvar kültür ortamında, onları tekrar savaşabilir hale getiriyoruz. Bu hücreleri belli bir miktarda da büyüttükten sonra hastalara geri veriyoruz. Fakat hastalara geri verme kısmını henüz Türkiye’de yapmıyoruz, İsveç’te yapılıyor.

Bu yasalara aykırı bir durum mu? Bu nedenle mi Türkiye’de yapılmıyor?

Hayır, doktora çalışmalarım sırasında İsveç’te başlayıp devam eden bir çalışma çünkü patenti orada. Şu anda klinik denemeleri sürüyor, denemeler bittiğinde onaylanır ve tedavi şekli haline gelirse o zaman burada da uygulayabiliriz. Şu anda bu deneysel bir tedavi. Bir tedavi nerede keşfedildiyse önce orada, o hastanede bir denenir, buna faz 1 klinik deneme denir. Başarılı olursa, faz 2 klinik denemelere geçilir, daha fazla hasta üzerinde denenir. Kimi zaman faz 2 aşamasında tedavi birden fazla hastanede denenebilir. Faz 3, faz 4, böyle birkaç faz araştırma.. Her seferinde giderek büyüyen hasta grupları üzerinde denenir. En sonunda bütün fazlardan başarılı olarak geçen bir tedavi genel kullanım için onaylanabilir.

Kanserin şifrelerini çözmek...

Kanser üzerine hem yurtdışında hem de Türkiye’de araştırma ve çalışmalarınız var. Dünya genelinde kanser tedavisinin geldiği nokta nedir, Türkiye’de durum ne?

Hemen hemen her kanser tipi için çok daha başarılı tedaviler geliştiriliyor. Bunlar genetik biliminin gelişmesiyle ‘kanserin şifrelerini çözmek’ dediğimiz şeyi daha iyi yapabilmemiz sayesinde oluyor. Farklı alanlardaki gelişmeler de -nanomühendislik, bilgisayar- çok büyük katkılarda bulunuyor. 10-20 yıl önce yapılması neredeyse imkansız görünen, büyük paralar harcanan, çok uzun süren ve o kadar da kaliteli yapılamayan işler şimdi çok daha kaliteli bir şekilde, çok daha ucuz fiyatlara, çok daha hızlı yapılabiliyor.

Bu tarz projelere örnek verebilir miyiz?

2000’lerin başında İnsan Genom Projesi bitti ve açıklandı. Proje için ABD’nin İngiltere’nin, Avrupa’dan  ve Asya’yan birçok ülkenin katılımıyla yüz milyonlarca dolar harcandı. Projenin 10 yılda sonuçlanması planlanmıştı ama birçok farklı laboratuvarda çalışma yapılması ve proje sürerken yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde insan genomu dizilenmesi projesi 7-8 yılda bitti. Şu anda geldiğimiz noktada, genom dizilemek 1-2 bin dolara, tek bir laboratuvarda, tek bir günde yapılabiliyor. Bu adeta akıl almayacak derecede hızlı bir gelişme, aynı zamanda beraberinde çok büyük bir bilgi de getiriyor. 15 yıl önce tek bir insan genomunun dizilenmesi uluslararası boyutu olan dev bir projeydi. Şu anda ise birçok insan genomu tek bir laboratuvarda dizilenebiliyor ve burdan elde edilen bilgi kanser başta olmak üzere birçok hastalığın tedavisine yardım ediyor. Şöyle ki; kanser hastalarının sağlıklı hücreleriyle, kanser hücrelerinin genomları ayrı ayrı dizilenip karşılaştırılarak tümörün tam olarak ne şekilde oluştuğu moleküler düzeyde en ince ayrıntılarına kadar görülebiliyor. Kimyasal ve yapısal biyoloji alanındaki gelişmeler sayesinde de bu kanserde rol alan moleküllere karşı çok daha etkili, çok daha hedefli ilaç molekülleri geliştirilebiliyor.

Kanser hastalarının yaşam süresi uzadı

Bu gelişmeler tedavinin şeklini ve verimliliğini hangi ölçüde etkiliyor?

Bu tip alanlardaki gelişmeler, genel olarak bütün tedavilerin şeklini, verimliliğini yükseltti. Evet, ‘tedavisi bulundu’ diyebileceğimiz kanser tipi belki çok az ama en amansız kanserlerde bile hastalar eskisine kıyasla çok daha uzun süre yaşayabiliyor. Mesela benim üzerinde çalıştığım bir kanser tipi var Multipl Myelom diye. Ben doktoraya başladığım yıllarda bu kanseri ‘Teşhisten sonra ortalama yaşam süresi üç yıl civarı’ diye anlatırdım, doktoramı bitirdiğimde ise ‘beş yıl civarı’ diye anlatıyordum. Bu kadar kısa bir zaman diliminde teşhisten sonraki ortalama hayatta kalma süresinde bu denli büyük bir yükseliş, kanser tedavisi için geliştirilen yeni ilaçlar sayesinde oldu. Şu anda daha da yükseldi. Ama tabi ki kanserle savaşan ya da etrafında kanser hastası olan herkesin bildiği gibi bir geri gelme riski de oluyor. O yüzden kesin olarak ‘Evet, tedaviniz bitti ve kanserden kurtuldunuz’ çok nadir söylenilebilen bir şey.

Şu an geldiğimiz noktada tedaviyi daha kişiselleştirilmiş boyuta indirgeyebiliyoruz. Bir hastanın tümörüyle, başka bir hastanın tümörü hiçbir zaman aynı değil. Hatta bir hastanın tümörünün içindeki farklı hücreler bile birbirinden farklıdır. O yüzden bunların hepsinin incelenmesi, hastaya özel tedaviler üretilmesi lazım. Modern tıbbın gittiği yön de bu. Teknolojik gelişmeler sayesinde artık hastaya özel analizler çok daha kolay yapılabiliyor. Direkt olarak hastanın bir ilaca cevap verip vermeyeceğini öngörme fırsatınız oluyor. Ya da tam tersi, hiçbir fikriniz yokken “Bu hasta üzerinde hangi ilacın kullanılması gerekiyor?’ diye yaptığınız bir analiz sonucunda o tümörün hangi ilaca duyarlı olduğunu bulabiliyorsunuz. 

Türkiye bu anlattığınız tedavi imkanlarını karşılayabilecek teknoloji ve bütçeye sahip mi?

Evet… Ama bütçe kısmı tartışmalı. Çünkü bu tip tedavilerde genelde bütçe hastaya yansıtılıyor. Devlet bu tip analizleri karşılıyor, ama bir yere kadar... Gelişen teknolojiler karşısında devletteki prosedürler o kadar hızlı gelişemeyebiliyor. Yeni çıkan bir teknoloji olan ‘Yeni Nesil DNA Dizileme Teknolojileri’ni örnek verebiliriz. Eskiden belli bir metot kullanılarak DNA dizileri okunuyordu şimdi ise bambaşka makineler çok daha hızlı, çok daha verimli bu işi yapabiliyor. Ama devletin bu iş için ödediği para hala eski nesil teknolojiler üzerinden hesaplanıyor. Türkiye’de maddi sorunu olmayan birisi bu ücreti kendi karşılayarak maddi sıkıntısı olan bir kanser hastasına nazaran bu tedaviye daha rahat erişebilir. Bazen de örnekleri yurtdışına gönderip analizini yaptırdıktan sonra tedaviyi Türkiye’de uygulayanlar da var. Ama benim için önemli olan analizin nerede yapıldığı değil, o noktada hastaya doğru tedaviyi verebilecek bilgiyi sağlamaktır.

“Hurafelere değil modern tıbba güvenin”

 Kanserle savaşırken bireylerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar neler? Hangi konuda bilinçlenmemiz gerekiyor? 

Dezenformasyon had safhada sağlık konusunda. Bazen giriyorum Facebook’a, “bilmem neyin kökü kanseri çözüyor” falan gibi, saçma sapan, bilimsel olmayan pek çok bilgi var. Bu yanlış bilgilerin yayılmasının engellenmesi konusunda toplumun yapması gereken çok şey var. Bu hepimize düşen bir görev. Aslında ben bunu biraz da toplumda genel olarak rağbet görmekte olan ‘cehalete övgü’yle ilgili bir şey olarak görüyorum. Giderek yayılmakta olan bir “bilimsel bilgiye düşmanlık” havası var. Sağlık gibi şakası olmayacak bir konuda insanların abuk sabuk hurafelere yüz vermelerini inanılmaz buluyorum. Zararsız olduğunu düşünebileceğimiz bir paylaşımın, bir bilginin -hani derler ya işte, aman canım ne olacak, onu da deneyelim, ne zararı olur-  bile zararı olabilir. Bu tip bazı bilimsel olmayan tedavi yöntemlerinin direkt bir zararı olmayabilir diye düşünseniz bile en büyük zararlarından birisi faydalı olan tedavi yöntemlerinden insanları uzaklaştırmasıdır. Kanser konusunda modern tıbbın ürettiği tekniklere, ilaçlara ve cihazlara güvenilmesinden ve bunlarla çözüm aranmasından daha mantıklı bir yol olduğunu düşünmüyorum. O yüzden bilimselliğe gereken önemi vermek lazım.

Popüler sağlık haberlerinde sıkça duyduğumuz ‘Genetik ve çevresel faktörlere müdahale ile kanserin önüne geçebilmek’ söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir şey mümkün mü?

Günümüzde kanserin daha sık görüldüğünü hepimiz biliyoruz ama ‘Bunun sebebi nedir?’ sorusunun cevabı üzerinde herkes hemfikir olmayabiliyor. Genel olarak şöyle bir anlayış var; artık doğal olmayan bir ortamda yaşıyoruz, bir sürü kimyasal maddeye maruz kalıyoruz, yediğimiz sağlıklı değil, çok ilaç kullanıyoruz ve modern hayata dair stres faktörleri var. Ama elimizdeki tüm bulguları bunlarla açıklamak da mümkün değil. Elbette hayat tarzımızın kanser olma riski üzerinde bir etkisi var ama kanser görülme sıklığının bu kadar yükselmesindeki tek faktör olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.

“Artık daha uzun yaşadığımız için kanserin görülme sıklığı artıyor”

 Başka hangi faktörler var kanseri artırdığını düşündüğünüz?

Çok eskiden insanlar 30- 40 yaşına kadar ancak yaşayabiliyorlardı. Bugün modern tıp sayesinde 70’leri, 80’leri, 90’ları gören insanlar çok daha fazla sayıda. Kanser zaten genel olarak bir yaşlı insan hastalığı. Evet, çocuklukta görülen kanserler de var, onlar da kalıtsal yolla geçtiği görülebilen kanser tipleri. Yaş ilerledikçe ise hücrelerin genetik yorgunluğundan ortaya çıkan bazı hatalar olabiliyor. Artık daha uzun yaşadığımız için de daha fazla kanser oluyoruz. Bir başka açıdan bakınca, ‘Modern tıp sayesinde 30 yaşında gribal enfeksiyondan hayatımızı kaybetmediğimiz için 70 yaşına kadar yaşayıp kanser olabiliyoruz’ gibi bir söylem geliştirmek de mümkün. Ayrıca teşhis yöntemlerimiz de çok gelişti. Mesela meme kanseri görülme sıklığı grafiğine bakarsanız belli bir noktada birden artış yaptığını göreceksiniz. ‘Vay birdenbire niye bu kadar meme kanseri artmış?’ diye düşünebilirsiniz. Ama aslında o grafikte artışın olduğu nokta, mamografinin keşfedildiği zamandır. Yani teşhis imkanları çoğalınca sayılar da artıyor. Kanser görülme sıklığı neden arttı diye düşünürken bu faktörlerin hepsini düşünmek lazım. Tamamen genetik şanssızlık faktörleri, yani genlerimizde rastgele olan mutasyonlar yüzünden de kanser olabiliriz. Çevresel faktörler de bu rastgele olan mutasyonların görülme sıklığını arttırabildiği için kanser ihtimalini arttırdığı düşünülüyor. Bunun dışında “Tamamen doğal bir yaşamda hiç kanser olmayacağız” gibi bir şeyden de bahsedemeyiz ne yazık ki. Bu riski artırmamak için elimizden geldiği kadar çevresel faktörlerin etkilerini azaltmak iyi olacaktır.

 Dünyada ve Türkiye’deki en yaygın kanser türleri hangileri?

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserler. Türkiye için baktığımızda, 2014 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun verilerine göre erkeklerde akciğer, prostat ve kolorektal kanser. Kadınlarda meme, tiroid ve kolorektal kanser.

 

 

“Meme kanserinin tedavisi çok ilerledi”

Bazı kanser türlerinin kesin bir tedavisi yok diye biliniyor. Peki, “Kesin olarak engellenemez ya da “Tedavisinde hiçbir gelişme kaydedilmedi” dediğiniz bir kanser türü var mı?

En zorlarından birisi olarak pankreas kanserini söyleyebilirim, Steve Jobs'ın da hastalığı oydu. Çok kompleks hastalıklar olduğu için kolay yol alamıyoruz. Bütün kanserleri çözebilen tek bir yöntem henüz ufukta görünmüyor. Böyle bir yöntemin bulunup bulunamayacağı veya ne kadar gerekli olduğu da tartışılır. Her kanser tipi ayrı bir hastalık olarak değerlendirilerek tek tek çözülebilir. Kimisinde daha hızlı yol alınabiliyor. Örneğin şu anda meme kanseri tedavisinin geldiği nokta çok ilerlemiş durumda. Pankreas kanserinin de o düzeye gelmesi mümkün. Ama pankreas belki 5, 10, 20 yıl sonra gelecek bu noktaya. 

Kanser tedavisinde en başarılı ülke hangisi?

Kanser tedavisinde en başarılı ülke gibi bir ayrım yapılamaz. Ülkeye göre değil tedavinin nerede yapıldığına göre bakmak gerekir. Artık Türkiye’de uygulanamayacak tedavi yöntemi çok az. 

“Uzakdoğu’nun tıp araştırmalarında yükselişi söz konusu”

ABD Başkanı Barack Obama başkanlığa veda konuşmasında kanser tedavisi için ulusal bir girişim başlattı ve “ABD’yi kanseri tedavi eden ülke yapalım” dedi. Sizce kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika mı?

Kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika olmalı. Obama’nın bunu neden yaptığıyla ilgili bir sürü spekülasyon yapılabilir. Başkanlığı bırakmak üzere olduğu için tamamen politik bir hamle olarak bunu yaptığını söylemek biraz zor olur, yani herhangi bir oy beklentisiyle söylenmiş bir şey değil. Aslında sebebi de önemli değil zaten yapılması gereken bir şey. Devletlerin başka konulara, mesela savaşlara, ordularına ayırdıkları paraların yanında bu araştırmalara ayırdıkları paraları kıyasladığınız zaman ne kadar cüzi kaldığını görebiliriz. Bu bütçeler biraz artırılırsa çok büyük gelişmeler olabilir. Ama dediğim gibi ülkeye bağlı bir şey değil bu, daha çok hangi hastanede ya da hangi araştırma merkezinde yapıldığıyla ilgili. Artık dünya çok daha fazla birbirine bağlı.  Biz buradayız ama bizim günübirlik olarak İsveç’te beraber çalıştığımız insanlar var, ABD’de beraber çalıştığımız insanlar var. Sadece tıbbi araştırmalar değil, bütün alanlarda yapılan araştırmalar bu yöne doğru gidiyor. Burada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, orada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, uzmanları bir araya getirmek...

Ülkelerin yürüttüğü kanser tedavilerinde dikkatinizi çeken, sizi şaşırtıp heyecanlandıran gelişmeler var mı?

Uzakdoğu’nun son yıllarda ekonomik konuda olduğu gibi, tıbbi araştırmalarda da bir yükselişi söz konusu. Şaşırtıcı değil, ama enteresan bir durum. Özellikle biyobenzer ilaçlar konusunda Güney Kore’nin son dönemde geldiği nokta çok etkileyici. Belirli alanlara yoğunlaşıp yatırım yaparak o alanın lideri olmak üzerine stratejiler uygulamaya başladılar. Japonya da aynı şekilde. Örneğin 2012'de Nobel alan Shinya Yamanaka’nın bulmuş olduğu kök hücre teknolojisi... Doğrudan kanserle ilişkili değil fakat kanser araştırmalarını da çok etkileyecek bir gelişme. Bahsettiğim şey, yetişkin hücreleri tamamen embriyonik kök hücre düzeyine geri çevirebilen bir sistem. Daha sonra bununla ilgili Japonya’nın çok büyük atılımları oldu ve bir devlet politikası haline geldi. Tabii bu sistem bütün dünyaya yayıldı ama Japonya’da keşfedildiği ve bunun değerinin farkında oldukları için bu araştırmalar orada çok ileri düzeye gelmiş noktada.

“Bilim insanları öncelikle birbirini ikna etmeli”

Toplumun sağlıkla ilgili doğru bilgileri alabileceği bir web sitesi öneriniz var mı?

Bilimsel anlamda Türkiye’de, Türkçe yayın yapan çok az site takip ediyorum, evrimagaci.com bunlardan birisi. Bu site spesifik olarak kanserle ilgili değil de genel olarak bilim haberleriyle ilgili makaleler yayınlıyor. Popüler medyada genel olarak çıkan sağlık haberlerinin seviyesi zaten malum. Bilimsel kaynak göstererek haber yapan sitelere bakmak lazım. Yani bir konuyla ilgili bir şey okuduğunuz zaman, ‘bilimsel bir kaynak var mı, hangi makaleden bahsediyor, hangi bilimsel dergide yayımlanmış’ belirtilmiş olması gerekiyor. Ben Türkiye’deki haber organlarında böyle bir referans göremiyorum. Oysa BBC’nin, CNN’nin sitelerine girin, haberi genel olarak belli bir çalışmaya atıfta bulunarak yaparlar. Bence haberin tam olarak hangi kaynaktan geldiği değil, haberin nereye atıfta bulunduğu önemli. Bizde bu tip haberler genelde referanssız ve yarım yamalak yapılıyor. Çoğu zaman bilimsel bir makalesi bile yayınlanmamış bir çalışma, ilgili araştırmacıların ve/veya üniversitenin kurumsal iletişim çabalarıyla basın yayın organlarına reklam niyetine haber olabiliyor. Makalesi yayınlanmamış bir çalışmanın bilimsel kıymeti yoktur. “Peer review” dediğimiz bir sistem var, Türkçe’de hakemli bilimsel dergi olarak geçiyor. Siz bilimsel bir makale yayınlamak istediğiniz zaman bir dergiye gönderdiğinizde, sizin gibi diğer bilim insanları tarafından kritik ediliyor bu çalışmalar. Aynı şekilde başkalarının çalışmalarını da siz kritik ediyorsunuz. Hakemlerin tüm sorularına cevap verip ikna edemezseniz makaleniz yayınlanmaz. Tabiri caizse ‘kurtlar sofrasından’ sapasağlam çıkıp bir makale yayınlamak kolay iş değil! Gerçekten herkes düzgün olanın, bilimsel olanın peşinde ve biz bilim insanları öncelikle birbirimizi ikna etmeliyiz bir şeyleri yayınlamadan. Bu tip bir hakemlik süzgecinden geçmemiş bir çalışma, yazan bilim insanlarının fikirlerini sunduğu bir “köşe yazısı” olabilir ancak, bir bilimsel makale değil. Bu yüzden rağbet edilmesi gereken sadece ve sadece hakemli dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleler üzerinden yapılan haberlerdir. Bu noktada elbette makalede sunulan bilimsel verinin haberi yapan kişi tarafından ne kadar doğru yorumlanıp aktarıldığını, haberin sansasyonel olması için nelerin ön plana çıkarılıp nelerin göz ardı edildiğini de değerlendirmek gerekir. O konu ise sadece bizde değil tüm dünyada içler acısı...

Kanserin kesin tedavisinin bulunduğu ancak sektörler arasındaki dengenin bozulmaması için açıklama yapılmadığı gibi spekülasyonlar sıkça duyuluyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hurafeler ve komplo teorileri olarak görüyorum. Kanserin tedavisini bulan bir şirket, bir bilim adamı ya da bir ülke çok büyük bir avantaja sahip olur; hem maddi, hem manevi açıdan dünyada kimsenin kolay kolay gelemeyeceği bir nokta… Birisinin ‘Ben kanseri çözdüm’ dediğini varsayalım. İlaç şirketlerinin ya da büyük devletlerin yaptığı komplolarla bunun gizlenebilir olacağını düşünebilen insanları gerçekten anlamıyorum. Zaten bu tedaviyi bulmuş olan kişi dünyanın en zengin insanı olacak ya da bu şirket dünyanın en zengin şirketi olacak. Bunu kim niye saklasın, başka nereden daha fazla para kazanabilirsin ki? Modern tıbba güvenin. Gidin doktorunuza, o size en uygun tedavi şeklini söyleyecektir.

Bu oldukça bilgilendirici sohbet için Tolga Sütlü'ye teşekkür ederiz...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Batu Erman: "Kanserli hücrelere özel ilaç için çalışıyoruz."

Diğer röportajları okumak için tıklayınız